Artwork

İçerik Ahval tarafından sağlanmıştır. Bölümler, grafikler ve podcast açıklamaları dahil tüm podcast içeriği doğrudan Ahval veya podcast platform ortağı tarafından yüklenir ve sağlanır. Birinin telif hakkıyla korunan çalışmanızı izniniz olmadan kullandığını düşünüyorsanız burada https://tr.player.fm/legal özetlenen süreci takip edebilirsiniz.
Player FM - Podcast Uygulaması
Player FM uygulamasıyla çevrimdışı Player FM !

Yavuz Baydar: İpler kopuyor, dikişler atıyor...

14:14
 
Paylaş
 

Manage episode 241525767 series 2497729
İçerik Ahval tarafından sağlanmıştır. Bölümler, grafikler ve podcast açıklamaları dahil tüm podcast içeriği doğrudan Ahval veya podcast platform ortağı tarafından yüklenir ve sağlanır. Birinin telif hakkıyla korunan çalışmanızı izniniz olmadan kullandığını düşünüyorsanız burada https://tr.player.fm/legal özetlenen süreci takip edebilirsiniz.
Türkiye'nin neresine bakarsanız bakın; tuzu kuru, düzenbaz ve asalaklar hariç toplumun hangi parçası olursa olsun bir dokunun, bin ah işitiyorsunuz.
Öfke seli. Her an şiddete dönüşmeye hazır bir kitlesel hiddet.
Herkes burnundan soluyor. Bunu kullanılan dilden kolayca anlamak mümkün. Öteden beri zaten düzgün ortak iletişim kuramayan, birbirini anlamayan bu toplum bir barut fıçısı hâline geldi.
İşin fenası, yönetimde diklenerek tekleşen, tüm karar mekanizmalarını kendisine bağlayan, itiraz ve muhalefet sözcüklerinden nefret eden Erdoğan'ın kutuplaştırdığı toplumda her farklı siyasi kimlik içine yerleştiği siperleri daha derine kazmakla meşgul şimdi.
Siyasi ve kimliksel pozisyonlar iyice kemikleşti. Ve kriz büyüdükçe bunların sesleri çok daha gür çıkmaya başladı.
Evet, işin kötüsü, iktidardan avanta ve yetki elde etmek için (artık gerçeklikten iyice kopmuş bulunan) Erdoğan'ın çevresine üşüşen fırsatçı, avantacı, rövanşist ve lumpen kimlik ve ideoloji grupları da, onların karşısına kümelenen muhalefet kesimleri de aslında yeni hiçbir şey söylemiyorlar, nasıl bir Türkiye istedikleri konusunda. 30 yıl önce, 20 yıl önce, 10 yıl önce duyduklarımız; aynı teraneler, aynı söylemler.
Bir yanda İzmir marşları, öbür yanda buram buram AKP partizanlığı kokan Diyanet hutbeleri, kangren gibi ortalığı sarmış kadın cinayetleri, doğal kaynak talanı, tıka basa dolu cezaevleri, çökmüş kokuşmuş bir eğitim düzeni... Dişler bilenmiş, gözleri cehaletle kan bürümüş ve aradan geçen bunca yıla rağmen o hesaplaşma hali dozundan bir şey yitirmemiş.
Kör bir milliyetçilik ve cehaletle kıskaç altına alınmış Türkiye toplumu, Çetin Altan'ın tabiriyle tam manasıyla camiciler ve kışlacılar arasında sıkışmış durumda.
Bu cephelerde yeni hiçbir şey yok.
Yok mu gerçekten? Eyleme değil de söyleme bakınca belki ufak tefek değişim işaretleri var gibi, öyle söyleyelim. Türkiye'nin müzmin kriz gelgitlerinde ufukta bir çıkmaz göründüğünde, elbette bir farkındalık hâli gelir bazı kesimlere, ama bu her seferinde hüsrana yol açmış, hayalleri boşa çıkarmıştır. Bir müddet sonra gene fabrika ayarları, gene çürüme, gene şiddet, gene itiş kakış, gene bir veya birkaç sosyal grubu düşman ilan ederek didişme yaşanmaya başlar.
Bu, devletin içine çöreklenmiş çeteciliğin, mafya zihniyetinin, halk iradesini ve talepleri hiçe sayan güç tapınmasının on yıllar boyunca ürettiği, döne döne yeniden, yeniden ürettiği o 'dehşet dengesi'nin kaçınılmaz sonucudur. Değişim taleplerinin ayarını bozan, raydan çıkaran, deforme eden, zehirleyen ve en sonunda durduran unsurdur bu müzmin 'dehşet dengesi'.
Ama bu kez durum farklı. Türkiye bu kez ucu açık, onu nereye, nasıl savuracağı belli olmayan bir sistem kriziyle karşı karşıya. Ve öyle anlaşılıyor ki başta CHP, Ankara'da az çok akıl sahibi kalmayı başarmış çevreler, durumun vahametinin farkında: Çok sürmesi mümkün değil bu durumun, böyle gitmeyecek ve en az hasarla altından kalkmak lazım.
Çünkü ipler kopmak üzere ve dikişler atıyor.
Bu düşünce çok geçmeden başkentin her ciddi köşesine egemen olacak, İstanbul'un da.
Krizin baş müsebbibi olan Erdoğan artık vaktinin önemli bir kısmını su alan AKP gemisinin deliklerinin orasını burasını kapatmaya, iflasın dibine sürüklenen dış politikanın açmazından çıkmak için imkânsız top çevirmelere ayıracak. Ekonomide de hızlı bir geriye saymanın elbette farkında. Hayal pazarlamaktan başka çaresi yok, ama inanan da yok. Partide heyelan durmayacak.
İşler kötüye sardıkça Erdoğan'ın direnişi de, alacağı kararlar da sertleşecek. MHP ve VP ile kurduğu katı devletçi maceraperest blok daha da acımasız bir hâle bürünecek.
“Türkiye’de sistem tıkandı. Demokrasi tıkandı. Kamuoyu çok mağdur. AKP’den oy kaybı sürecek. Kesin olan budur” diyor eski AKP'li bakan, CHP milletvekili Abdüllatif Şener, Deutsche Welle'ye verdiği mülakatta.
2013 Gezi olaylarından bu yana yönetim kapkaççılığı yaparak, önüne gelen grubu kesimi kandırıp kullanarak, suyunu çıkarıp posa gibi atarak, toplum içi düşmanlıkları birbirine yöneltip aradan sıyrılarak oyun üzerine oyun kurup, barış masalarını devirip, koreografisinin parçası olduğunuz bir tuhaf darbe teşebbüsü ardından Türkiye'yi bir zulüm laboratuarına, bir açıkhava hapishanesine çevirir, mağduriyetleri üstüste istiflerseniz, bunun altından kalkamazsınız.
Yazının başında herkesin aynı posizyonda kaldığını yazdım, bunun bir başka boyutu da şu: Bunca yıl tek adam olmak için uğraştı Erdoğan, epey de mesafe katetti ama Türkiye'nin bazı kesimlerini ne kendisine bağlayabildi ne de ikna edebildi. Tehlike de burada. Korkusu da bu. Bu yüzden Türkiye çok riskli yeni bir hesaplaşmanın eşiğine geliyor olabilir.
Ama hâlâ çok büyük şansı var Erdoğan'ın ve bunu deneyecektir. Medyayı Orwell tipi düzene bağlama konusunda bodoslama gidiyor ama daha da önemlisi, en son Saray'da yargıyı toplama hadisesidir.
Burada, ülkenin gördüğü son büyük oportünistlerden biri olan TBB Başkanı Metin Feyzioğlu'nun “Bizim için, vatan söz konusu ise gerisi teferruattır” hatırlatması, yüksek yargının AİHM ve AB'ye tam bir anayasa cahilliği içinde kafa tutması, yargı mensuplarının aynen 12 Eylül 1980 sonrasında yaşandığı gibi Saray önünde kuyruklar oluşturması, asalaklık ve yardakçılığın yeni ve çok daha tehlikeli bir safhaya geçtiğini gösteriyor.
Elbette ki 'yargı reformu' bir yanıltmacadır, halkı oyalama amaçlıdır. Enkaza dönüşmüş, bitmiş hukuk düzeninde pansuman olmaya bile yetmeyecektir. Bu sadece, Erdoğan rejiminin özünü oluşturan otoriterliğin milliyetçilik ve kapanmacılık dozu artırılmış bir yöntemle pekiştirilmesi demek olacaktır.
Bir zamanlar oralıkta atışmış olan Erdoğan ve Feyzioğlu'dan ikincisinin değiştiğini söylemek de yanlıştır. Özleri aynı idi, yıllar sonra aynı despotik düzende ortak iş tutma noktasında ikisi de gereği kadar değişerek ortada buluştular. Demokrasi alerjisi ikisinin de ortak paydasıdır.
Bu yeni bileşimin, devletin güvenlik mekanizmaları ve silahlı gruplar da arkasında ama karşılarında oluşmuş muhalefet bloğu da daha fazla ses çıkarıyor.
Muhafazakâr kesimden, eski AKP milletvekili Mehmet Ocaktan da son Saray buluşmasını kuvvetler birliği için yeni bir iç mutabakat olarak görüyor.
‘Yerli’ ve ‘milli’ reflekslere ayarlı Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemini’nin, evrensel ölçekte değer ifade eden kavramlarla bir işleyiş mekanizması oluşturmasını beklemek hakkaniyetli bir tutum olmayacaktır'' diye yazıyor Ocaktan ve devam ediyor:
''Adli yıl açılışında verilen mesajlar da gösteriyor ki, Türkiye yeni sistemle birlikte evrensel normlara ihtiyaç duymayan kendine has yargısal bir mekanizma oluşturmayı deneyecektir... Muhtemelen işin başında yeni Cumhurbaşkanlığı sistemini tasarlayanlar modern hukuk sistemlerine ihtiyaç hissedilmeyecek bir yargısal model öngördüler ve şimdi bu model adım adım hayata geçiriliyor. Rasyonel olarak değerlendirildiğinde modern hukuk sistemlerinin böylesine geliştiği, kavramsal ve yapısal anlamda zenginleştiği bir dünyada eşyanın tabiatına aykırı bir şekilde ileriye değil, geriye doğru bir gidişin başarı üretme şansı olamaz.''
Olur mu olmaz mı onu göreceğiz ama bunu anlamak için ana muhalefet partisi CHP liderliğinin, iplerin kopmakta ve dikişlerin atmakta olduğu bu ortamda, hangi tarafın başarısına hizmet etmeyi seçeceğine de bakmamız gerekecek.
Son işaretler ilginç.
Ekrem İmamoğlu'nun Diyarbakır ziyareti ve hemen ardından kendisine gelen tehditler karşısında sinmemesi, CHP lideri Kemal Kılıçdaroğlu'nun son günlerde yeni bir anayasadan, Kürt meselesinden, kuvvetler ayrılığından kararlılıkla söz etmesi önemsenmesi gereken gelişmeler.
CHP lideri de, muhalefetteki diğer kesimler de şunu bilmeli: Türkiye bir yönetim enkazıdır, bu enkazı kaldırmak ancak ortak bir çabayla mümkün olacaktır, çok zaman alabilir.
Bir başka önemli işaret, Suriye'de 'güvenli bölge' müzakereleri üzerinden, kriz yönetiminin önemli bir kısmını devralan, Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu'yu da büyük ölçüde devre dışı bırakan, diktirdiği özel ceketi ile bol fotoğraf verip gittiği her yere yanında dikkat çekici biçimde kuvvet komutanlarını da götüren Savunma Bakanı Hulusi Akar'ın profilinin hızla güçlenmesi, adeta 'şimdiden pozisyon alması'dır. Akar öyle anlaşılıyor ki sadece bugüne dair bir yönetim boşluğunu doldurmamaktadır.
Erdoğan ve ekibi iktidarı bırakmayacaktır, cam çerçeve inebilir, ama "yumuşak geçiş" eğer olacaksa, bilinmelidir ki, Erdoğan'ın içinde bulunduğu herhangi bir formül, (yani erken seçim yerine bir mutabakat hükümeti gibi bir çözüm) çok büyük riskler içerebilir.
Bir ülke için en tehlikeli hâl, gerçekle alakası kalmamış bir liderin, çevresine üşüşmüş vasıfsız, muhteris ve insanlık düşmanı tiplerin elinde kuklalaşmasıdır.
Tarih bu trajedileri çok yaşattı insanlığa.
İpler koparken, dikişler atarken görünen manzara budur.
  continue reading

29 bölüm

Artwork

Yavuz Baydar: İpler kopuyor, dikişler atıyor...

Nar

64 subscribers

published

iconPaylaş
 
Manage episode 241525767 series 2497729
İçerik Ahval tarafından sağlanmıştır. Bölümler, grafikler ve podcast açıklamaları dahil tüm podcast içeriği doğrudan Ahval veya podcast platform ortağı tarafından yüklenir ve sağlanır. Birinin telif hakkıyla korunan çalışmanızı izniniz olmadan kullandığını düşünüyorsanız burada https://tr.player.fm/legal özetlenen süreci takip edebilirsiniz.
Türkiye'nin neresine bakarsanız bakın; tuzu kuru, düzenbaz ve asalaklar hariç toplumun hangi parçası olursa olsun bir dokunun, bin ah işitiyorsunuz.
Öfke seli. Her an şiddete dönüşmeye hazır bir kitlesel hiddet.
Herkes burnundan soluyor. Bunu kullanılan dilden kolayca anlamak mümkün. Öteden beri zaten düzgün ortak iletişim kuramayan, birbirini anlamayan bu toplum bir barut fıçısı hâline geldi.
İşin fenası, yönetimde diklenerek tekleşen, tüm karar mekanizmalarını kendisine bağlayan, itiraz ve muhalefet sözcüklerinden nefret eden Erdoğan'ın kutuplaştırdığı toplumda her farklı siyasi kimlik içine yerleştiği siperleri daha derine kazmakla meşgul şimdi.
Siyasi ve kimliksel pozisyonlar iyice kemikleşti. Ve kriz büyüdükçe bunların sesleri çok daha gür çıkmaya başladı.
Evet, işin kötüsü, iktidardan avanta ve yetki elde etmek için (artık gerçeklikten iyice kopmuş bulunan) Erdoğan'ın çevresine üşüşen fırsatçı, avantacı, rövanşist ve lumpen kimlik ve ideoloji grupları da, onların karşısına kümelenen muhalefet kesimleri de aslında yeni hiçbir şey söylemiyorlar, nasıl bir Türkiye istedikleri konusunda. 30 yıl önce, 20 yıl önce, 10 yıl önce duyduklarımız; aynı teraneler, aynı söylemler.
Bir yanda İzmir marşları, öbür yanda buram buram AKP partizanlığı kokan Diyanet hutbeleri, kangren gibi ortalığı sarmış kadın cinayetleri, doğal kaynak talanı, tıka basa dolu cezaevleri, çökmüş kokuşmuş bir eğitim düzeni... Dişler bilenmiş, gözleri cehaletle kan bürümüş ve aradan geçen bunca yıla rağmen o hesaplaşma hali dozundan bir şey yitirmemiş.
Kör bir milliyetçilik ve cehaletle kıskaç altına alınmış Türkiye toplumu, Çetin Altan'ın tabiriyle tam manasıyla camiciler ve kışlacılar arasında sıkışmış durumda.
Bu cephelerde yeni hiçbir şey yok.
Yok mu gerçekten? Eyleme değil de söyleme bakınca belki ufak tefek değişim işaretleri var gibi, öyle söyleyelim. Türkiye'nin müzmin kriz gelgitlerinde ufukta bir çıkmaz göründüğünde, elbette bir farkındalık hâli gelir bazı kesimlere, ama bu her seferinde hüsrana yol açmış, hayalleri boşa çıkarmıştır. Bir müddet sonra gene fabrika ayarları, gene çürüme, gene şiddet, gene itiş kakış, gene bir veya birkaç sosyal grubu düşman ilan ederek didişme yaşanmaya başlar.
Bu, devletin içine çöreklenmiş çeteciliğin, mafya zihniyetinin, halk iradesini ve talepleri hiçe sayan güç tapınmasının on yıllar boyunca ürettiği, döne döne yeniden, yeniden ürettiği o 'dehşet dengesi'nin kaçınılmaz sonucudur. Değişim taleplerinin ayarını bozan, raydan çıkaran, deforme eden, zehirleyen ve en sonunda durduran unsurdur bu müzmin 'dehşet dengesi'.
Ama bu kez durum farklı. Türkiye bu kez ucu açık, onu nereye, nasıl savuracağı belli olmayan bir sistem kriziyle karşı karşıya. Ve öyle anlaşılıyor ki başta CHP, Ankara'da az çok akıl sahibi kalmayı başarmış çevreler, durumun vahametinin farkında: Çok sürmesi mümkün değil bu durumun, böyle gitmeyecek ve en az hasarla altından kalkmak lazım.
Çünkü ipler kopmak üzere ve dikişler atıyor.
Bu düşünce çok geçmeden başkentin her ciddi köşesine egemen olacak, İstanbul'un da.
Krizin baş müsebbibi olan Erdoğan artık vaktinin önemli bir kısmını su alan AKP gemisinin deliklerinin orasını burasını kapatmaya, iflasın dibine sürüklenen dış politikanın açmazından çıkmak için imkânsız top çevirmelere ayıracak. Ekonomide de hızlı bir geriye saymanın elbette farkında. Hayal pazarlamaktan başka çaresi yok, ama inanan da yok. Partide heyelan durmayacak.
İşler kötüye sardıkça Erdoğan'ın direnişi de, alacağı kararlar da sertleşecek. MHP ve VP ile kurduğu katı devletçi maceraperest blok daha da acımasız bir hâle bürünecek.
“Türkiye’de sistem tıkandı. Demokrasi tıkandı. Kamuoyu çok mağdur. AKP’den oy kaybı sürecek. Kesin olan budur” diyor eski AKP'li bakan, CHP milletvekili Abdüllatif Şener, Deutsche Welle'ye verdiği mülakatta.
2013 Gezi olaylarından bu yana yönetim kapkaççılığı yaparak, önüne gelen grubu kesimi kandırıp kullanarak, suyunu çıkarıp posa gibi atarak, toplum içi düşmanlıkları birbirine yöneltip aradan sıyrılarak oyun üzerine oyun kurup, barış masalarını devirip, koreografisinin parçası olduğunuz bir tuhaf darbe teşebbüsü ardından Türkiye'yi bir zulüm laboratuarına, bir açıkhava hapishanesine çevirir, mağduriyetleri üstüste istiflerseniz, bunun altından kalkamazsınız.
Yazının başında herkesin aynı posizyonda kaldığını yazdım, bunun bir başka boyutu da şu: Bunca yıl tek adam olmak için uğraştı Erdoğan, epey de mesafe katetti ama Türkiye'nin bazı kesimlerini ne kendisine bağlayabildi ne de ikna edebildi. Tehlike de burada. Korkusu da bu. Bu yüzden Türkiye çok riskli yeni bir hesaplaşmanın eşiğine geliyor olabilir.
Ama hâlâ çok büyük şansı var Erdoğan'ın ve bunu deneyecektir. Medyayı Orwell tipi düzene bağlama konusunda bodoslama gidiyor ama daha da önemlisi, en son Saray'da yargıyı toplama hadisesidir.
Burada, ülkenin gördüğü son büyük oportünistlerden biri olan TBB Başkanı Metin Feyzioğlu'nun “Bizim için, vatan söz konusu ise gerisi teferruattır” hatırlatması, yüksek yargının AİHM ve AB'ye tam bir anayasa cahilliği içinde kafa tutması, yargı mensuplarının aynen 12 Eylül 1980 sonrasında yaşandığı gibi Saray önünde kuyruklar oluşturması, asalaklık ve yardakçılığın yeni ve çok daha tehlikeli bir safhaya geçtiğini gösteriyor.
Elbette ki 'yargı reformu' bir yanıltmacadır, halkı oyalama amaçlıdır. Enkaza dönüşmüş, bitmiş hukuk düzeninde pansuman olmaya bile yetmeyecektir. Bu sadece, Erdoğan rejiminin özünü oluşturan otoriterliğin milliyetçilik ve kapanmacılık dozu artırılmış bir yöntemle pekiştirilmesi demek olacaktır.
Bir zamanlar oralıkta atışmış olan Erdoğan ve Feyzioğlu'dan ikincisinin değiştiğini söylemek de yanlıştır. Özleri aynı idi, yıllar sonra aynı despotik düzende ortak iş tutma noktasında ikisi de gereği kadar değişerek ortada buluştular. Demokrasi alerjisi ikisinin de ortak paydasıdır.
Bu yeni bileşimin, devletin güvenlik mekanizmaları ve silahlı gruplar da arkasında ama karşılarında oluşmuş muhalefet bloğu da daha fazla ses çıkarıyor.
Muhafazakâr kesimden, eski AKP milletvekili Mehmet Ocaktan da son Saray buluşmasını kuvvetler birliği için yeni bir iç mutabakat olarak görüyor.
‘Yerli’ ve ‘milli’ reflekslere ayarlı Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemini’nin, evrensel ölçekte değer ifade eden kavramlarla bir işleyiş mekanizması oluşturmasını beklemek hakkaniyetli bir tutum olmayacaktır'' diye yazıyor Ocaktan ve devam ediyor:
''Adli yıl açılışında verilen mesajlar da gösteriyor ki, Türkiye yeni sistemle birlikte evrensel normlara ihtiyaç duymayan kendine has yargısal bir mekanizma oluşturmayı deneyecektir... Muhtemelen işin başında yeni Cumhurbaşkanlığı sistemini tasarlayanlar modern hukuk sistemlerine ihtiyaç hissedilmeyecek bir yargısal model öngördüler ve şimdi bu model adım adım hayata geçiriliyor. Rasyonel olarak değerlendirildiğinde modern hukuk sistemlerinin böylesine geliştiği, kavramsal ve yapısal anlamda zenginleştiği bir dünyada eşyanın tabiatına aykırı bir şekilde ileriye değil, geriye doğru bir gidişin başarı üretme şansı olamaz.''
Olur mu olmaz mı onu göreceğiz ama bunu anlamak için ana muhalefet partisi CHP liderliğinin, iplerin kopmakta ve dikişlerin atmakta olduğu bu ortamda, hangi tarafın başarısına hizmet etmeyi seçeceğine de bakmamız gerekecek.
Son işaretler ilginç.
Ekrem İmamoğlu'nun Diyarbakır ziyareti ve hemen ardından kendisine gelen tehditler karşısında sinmemesi, CHP lideri Kemal Kılıçdaroğlu'nun son günlerde yeni bir anayasadan, Kürt meselesinden, kuvvetler ayrılığından kararlılıkla söz etmesi önemsenmesi gereken gelişmeler.
CHP lideri de, muhalefetteki diğer kesimler de şunu bilmeli: Türkiye bir yönetim enkazıdır, bu enkazı kaldırmak ancak ortak bir çabayla mümkün olacaktır, çok zaman alabilir.
Bir başka önemli işaret, Suriye'de 'güvenli bölge' müzakereleri üzerinden, kriz yönetiminin önemli bir kısmını devralan, Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu'yu da büyük ölçüde devre dışı bırakan, diktirdiği özel ceketi ile bol fotoğraf verip gittiği her yere yanında dikkat çekici biçimde kuvvet komutanlarını da götüren Savunma Bakanı Hulusi Akar'ın profilinin hızla güçlenmesi, adeta 'şimdiden pozisyon alması'dır. Akar öyle anlaşılıyor ki sadece bugüne dair bir yönetim boşluğunu doldurmamaktadır.
Erdoğan ve ekibi iktidarı bırakmayacaktır, cam çerçeve inebilir, ama "yumuşak geçiş" eğer olacaksa, bilinmelidir ki, Erdoğan'ın içinde bulunduğu herhangi bir formül, (yani erken seçim yerine bir mutabakat hükümeti gibi bir çözüm) çok büyük riskler içerebilir.
Bir ülke için en tehlikeli hâl, gerçekle alakası kalmamış bir liderin, çevresine üşüşmüş vasıfsız, muhteris ve insanlık düşmanı tiplerin elinde kuklalaşmasıdır.
Tarih bu trajedileri çok yaşattı insanlığa.
İpler koparken, dikişler atarken görünen manzara budur.
  continue reading

29 bölüm

Tüm bölümler

×
 
Loading …

Player FM'e Hoş Geldiniz!

Player FM şu anda sizin için internetteki yüksek kalitedeki podcast'leri arıyor. En iyi podcast uygulaması ve Android, iPhone ve internet üzerinde çalışıyor. Aboneliklerinizi cihazlar arasında eş zamanlamak için üye olun.

 

Hızlı referans rehberi